Lumiêre Kardeşler olarak anılan Auguste Lumiêre (1862) ve Louis Lumiêre (1864) donuk fotoğraf karelerini canlandırmaya yarayan sinematografın mucitleri ve tarihte bilinen ilk film yönetmenleridir.
Fransız asıllı Auguste ve Louis adlı kardeşlerin fotoğrafa merakları küçük yaşlarda başlıyor. Onların fotoğrafa ilgi duymaları noktasında babaları Antoine’nin büyük bir etkisi olduğu söylenebilir. Baba Lumiêre’in asıl mesleği resim öğretmenliği. Fakat o meslekten ayrıldıktan sonra fotoğrafçılığa yöneliyor. Devamında fotoğraf kağıdı basımı yapılan “Lumiêre” adlı bir imalathane kuruyor.
Auguste ve Louis babalarının kurmuş olduğu fabrikada ona yardımcı oluyor. Fakat Lumiêre Kardeşler’in esas derdi üretim yapmaktan ziyade, fotoğraf karelerini canlandırmak ve perdeye yansıtmak. Auguste ve Louis için başlangıçta hayal gibi görünen bu fikir, Antoine’nin Paris dönüşü oğullarına hediye ettiği bir cihaz aracılığıyla gerçek oluyor.
İçindekiler
Lumiêre Kardeşlerin Buluşu: Sinematograf
Antonie Lumiêre’in yolu 1984’te iş nedeniyle Paris’e düşer. Çocuklarının fotoğrafa olan merakını yakından takip eden baba, gezinti sırasında Thomas Alva Edison’ın icatlarından biri olan kinetoskopu satın alır.
Baba Lumiêre Lyon’a döndüğünde, ilk film görüntüleme cihazlarından biri olarak kayıtlara geçen cihazı oğullarına hediye eder. Auguste ve Louis, babalarının bu hediyesi karşısında adeta büyülenir. Fakat iki kardeş kinetoskopu ellerine alır almaz geliştirmek ister. Çünkü kinetoskop tam anlamıyla bir film projeksiyonu özelliğine sahip değildir.
Kinetoskop, içinde birden fazla görüntü bulunan şeridi hareket ettirme özelliğine sahiptir. Bu cihaz, dönen bir kutu yardımıyla resimlere hareket yanılsaması katan bir araçtır. Fakat cihazın üzerinde yalnızca bir tane gözetleme deliği bulunmaktadır. Yani cihaz yalnızca tek bir kişinin kullanımına olanak tanır.
Lumiêre kardeşler, uzun bir uğraşın ardından görselleri büyütüp perdeye aktarmanın yolunu bulurlar. Onlar nihayetinde sinemaya can veren sinematograf adlı cihazı icat ederler.
Kardeşler 1895 yılında, kinetoskoptan ilham alarak geliştirdikleri sinematografın patentini alırlar. Mucidi oldukları sinematografın patent adı ise “Cinematographe Lumiêre” olarak kayıtlara geçer.
Louise ve Auguste yalnızca bu cihazı bulmakla kalmaz, gerçeğe en yakın görüntüyü elde edebilmek için gerekli olan hızı da tespit ederler. Onlar tarafından, sesli sinemayla beraber saniyede 24’e çıkan görüntü sayısı, o dönem için 15 görüntülük hızla sınırlanır.
Kardeşlerin sinematografı bulmalarıyla artık birden fazla kişinin aynı görüntüyü izleyebilmesi de mümkün hale gelir.
Lumiêre Kardeşler ve İlk Sinema Deneyimi
Louis ve Auguste, cihazın patentini aldıktan hemen sonra “sinema tarihinin bilinen ilk filmi” olarak kayıtlara geçen filmlerini çekmeye koyulurlar.
Kardeşler “Lumière Fabrikasından Çıkan İşçiler” adlı filmde, kendi fabrikalarından çıkan işçileri kayıt altına alırlar. Filmin süresi yaklaşık 46 saniyedir.
Louis ve Auguste, nihayetinde filmlerini ücretli olarak halka sunmaya karar verirler. Fakat Lumiêre Kardeşler tarihin bilinen ilk sinema gösterimini yalnızca bu filmle sınırlamaz. Louis ve Auguste kayda aldıkları 9 filmi de gösterime koyar. Bebeğin Kavgası, Tuileries Havuzu, Bir Trenin Gara Gelişi, Alay, Nalbant, Kağıt Oyunu, Ayrık Otları, Duvar ve Deniz adlı filmler de gösterimde yer alır.
Böylece tarihin bilinen ilk filmi ve sinema deneyimi seyirciyle buluşmaya hazırdır. Gösterim, 1895 yılında Paris’te “Salon Indian Du Grand Café” adlı mekânda gerçekleşir.
Seyirciler belki de tarihi bir olaya tanıklık ettiklerinin farkında olmaksızın yerlerini alır. İnsanlar ilk defa beraber film izleme deneyimi yaşayacaktır. Seyirciler ilk defa şahit oldukları bu deneyiminden hoşnut kalırlar.
Ancak “Trenin Gara Gelişi” adlı filmin seyirciler üzerinde bir panik havası yarattığını es geçememek gerekir. Çünkü trenin gara yaklaşmakta olduğu sahne, seyircilerde trenin kendi üzerlerine geldiği hissine yol açar. Seyircilerin paniklemesiyle salondan kaçtıkları söylentiler arasındadır. Sinema tarihçileri tarafından, seyirciler üzerinde son anlara doğru paniğe yol açan bu gösterim “sinema hareketinin doğuşu” olarak kabul edilmektedir.
Louis ve Auguste, bu deneyimin ardından 1896 yılında dünyayı gezmeye karar verirler. Lumiêre Kardeşler için artık dünyaya açılma vakti gelmiştir. Onlar mucidi oldukları sinematografı da yanlarına alarak ülke ülke gezerler.
İki kardeşin esas amacı gezintiler sırasında sinematograf ile ülkeleri kayıt altına almaktır. Louis ve Auguste’un ziyaret ettikleri yerler arasında Türkiye de yer alır. Onlar aslında her turist gibi, adres olarak İstanbul’u seçerler.
Lumiêre Kardeşler için İstanbul kayıt altına almak için biçilmiş kaftan olacaktır ki, burada 4 adet filme imza atarlar. Bu filmler şunlardır: İstanbul’da Haliç’in Panoraması, Boğaziçi Kıyılarının Panoraması, Türk Topçusu ve Türk Piyadesinin Geçit Töreni.
Sinemadan Fotoğrafçılığa Geri Dönüş
Lumiêre Kardeşler, kendi ülkelerinde ve farklı ülkelerde büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Ancak Auguste ve Louis ne yazık ki sinemanın bir gün 7. sanat olarak kayıtlara geçeceğinden habersizdir. Bu yüzden, kardeşler her ne kadar ilgi görmüş olsalar da yaptıkları işin geleceğinden hiç umutlu olmamışlardır.
Onların sinemanın geleceğine dair umutsuzlukları, belki de tarihin ilk sansür uygulamasına maruz kalmalarıyla tetiklenmiş olabilir.
Kardeşlerin yemiş oldukları sansürün nedeni ise şöyle biliniyor: Lumiêr Kardeşler, Mayıs ayında Rus Çarı II. Nikola’nın halkı selamlamasını kayıt altına almak isterler. Kardeşler için her şey başlangıçta yolunda gider. Çar artık sokakta ve halkı selamlamaya geçiş yapar. Ancak II. Nikola’nın halkı selamladığı sırada aniden tribün çöker. Haliyle bir kargaşa yaşanır. Polisler bu olay üzerine hemen kardeşlere müdahale eder ve kayıtları alıp yok ederler.
Louis ve Auguste’ın şanssızlığı II. Nikola’nın talihsiz olayıyla sınırlı kalmaz. Onları umutsuzluğa sevk eden bir diğer olay ise Amerika’da yaşananlar olabilir.
Lumiêr Kardeşler’in Amerika temsilciliğini yapan bir operatör, New York’ta sokaktaki çocukların görüntülerini kayıt altına alır. Fakat Lumiêre Kardeşler’in Amerika’da ilgi görmesi yerli üreticileri rahatsız eder. Onların da baskılarıyla polis, operatörü sokaktaki çocukları izinsiz çektiği gerekçisiyle tutuklar. Aynı zamanda polis, operatörün kamerasına ülkeye yasadışı yollarla sokulduğu gerekçesiyle el koyar.
Auguste ve Louis’in bu olaylar nedeniyle Amerika’da istedikleri dikişi tutturamadıkları söylenebilir.
Lumiêre Kardeşler bu olayların ertesinde ilgilerini tekrardan fotoğrafçılığa kaydırır. Onlar babalarının fabrikalarında mesleklerine kaldıkları yerden devam ederler. Fakat bir süre sonra, 1914’te kardeşlerden Auguste fotoğrafçılığı bırakıp tıp alanına geçiş yapar. Araştırmaların yanı sıra, bir hastanede müdür olarak görev alır. Auguste Lumiêre (91) tarihler 1954 yılını gösterdiğinde yaşama gözlerini kapar.
Louis Lumiêre (83) ise 1948 yılında yaşama veda eder. Fakat Louis’in kardeşinden farklı olarak yaşamının sonuna kadar fotoğrafçılık alanında çalışmalarını yürüttüğü bilinmektedir. İlerleyen dönemlerde ise Louise’in fotoğrafçılığa yeni bir boyut kazandıracak olan renkli baskı tekniklerini geliştirdiği biliniyor.
Nitekim onlar sinemanın geleceğini öngöremeseler de “Beyazperdenin Kurucu Babaları” olarak tarihe adlarını yazdırmışlardır.