Oktay Sinanoğlu, bilim dünyasına sunduğu sayısız katkılarla bilinen kimya mühendisi, akademisyen, Türk bilim insanı.
“Bilim Tarihi” denince, akıllara hep Batı dünyasından isimler düşer. Şüphesiz, Batı’nın bilim tarihine yaptığı katkılar göz ardı edilemez. Ancak bilim alanına yapılan katkıların yalnızca Batı’dan geldiği sanısına da kapılmamak gerekir. İşte, Oktay Sinanoğlu bilim tarihine katkı sunanların yalnızca Batılılar olmadığına dair çarpıcı bir örnek teşkil eden isimlerden yalnızca bir tanesi.
Eğer daha önce Oktay Sinanoğlu’nun adını duymadıysanız veyahut ona dair bilgilerinizi tazelemek isterseniz bu yazı tam da sizler için. Gelin, Türkiye’de ismi kulağa sıkça “Türk Aynştaynı” olarak çalınan bu adamın kim olduğuna, yaşamına ve başarılarına yakından bir göz atalım.
İçindekiler
Sinanoğlu Ailesi ve İtalya Macerası
Oktay Sinanoğlu, 25 Şubat 1935 yılında İtalya’nın Bari kentinde gözlerini yaşama açıyor. Onun Türkiye’de değil de İtalya’da doğmasının nedeni, babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu’nun görevi nedeniyle İtalya’da yaşam sürmeleri. Baba Sinanoğlu, o dönem Türkiye için mühim isimlerden biri. Çünkü kendisi İtalya’da başkonsolos göreviyle Türkiye’yi temsil etmekte. Fakat olaylar bu kadar basit değil.
Nüzhet Haşim Sinanoğlu, Mustafa Kemal Atatürk ile yakından tanışıyor. Atatürk, onu ilk olarak başkonsolos sıfatıyla, Bulgaristan’da yaşayan Türkleri organize etmek amacıyla gizli bir şekilde görevlendiriyor. Fakat Bulgar hükümetinin durumu anlaması, akabinde Haşim Sinanoğlu’nun adını kara listeye eklemeleri neticesinde yeni görev yeri İtalya’nın Bari kenti oluyor.
Baba Sinanoğlu’nun yeni görev yeri de bir tesadüfün sonucu değil. O dönem Atatürk’ün kulağına Mussolini’nin Antalya civarlarını alma planı yaptığı haberleri geliyor. Bu nedenle, Haşim Sinanoğlu Atatürk’ün talimatıyla Mussolini’nin faşist sistemini mercek altına almak amacıyla kente yerleşiyor. İşte, Oktay Sinanoğlu’nun doğumu bu nedenle Bari’de gerçekleşiyor.
Türkiye’ye Dönüş
Sinanoğlu ailesi İtalya’da geçirdikleri on iki yılın ardından, II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi nedeniyle 1940 yılı civarı Türkiye’ye dönüş yapıyor. Bu sırada, Oktay Sinanoğlu 5.5 yaşlarında.
Aradan geçen yılların ardından Haşim Sinanoğlu hayata veda ediyor. O dönem maddi zorluklar ailenin peşini bırakmıyor. Annesi ile bir başına kalan Oktay Sinanoğlu, babasının devlete görevleri nedeniyle, TED Yenişehir Lisesi’ne kayıt olmayı başarıyor.
Henüz 1. sınıftayken Sinanoğlu’nun parlak zekası öğretmenleri tarafından fark ediliyor. Hatta öğretmenlerinin Sinanoğlu’nu sık sık üst sınıflara ziyarete götürdüğü ve örnek öğrenci olarak tanıtıldığı bilinmekte. Böyle olmasına karşın, Sinanoğlu başarısının arkasındaki nedeni çalışkan bir öğrenci olmasına değil de okumayı çok sevdiğine bağlamakta. O, okuma tutkusunu Türk Aynştaynı kitabında, kardeşi ile sinemaya gittiği bir anısından hareketle şöyle anlatıyor:
Sinemaya giderdik ikimiz küçükken, öğleden sonraları Ankara Sıhhiye’deki sinemada acayip filmler olurdu, bilmem nenin mumyası falan diye. “32 kısım tekmili birden,” her gün bir kısmını gösterirler, benim cebimde hep kitabım olurdu. 10 dakikalık arada çıkarır okurdum. Muhakkak bir kitap vardı yanımda. Anamın da böyle okuyan bir çevresi vardı tabi.
Anlaşıldığı üzere, Sinanoğlu’nun okumaya olan düşkünlüğü ve sevdasında annesi Rüveyda Karacabey Hanımın etkisi büyük. Okumaya olan merakı ile bilinen Rüveyda Hanım Türkiye’ye döndükleri zaman geçim sıkıntıları nedeniyle, Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde görev alıyor.
Kendisi Türkiye’nin ilk kadın gazetecileri arasında yer alıyor. İlk etapta, İleri İtalyancası sayesinde farklı ülkelere yayın yaparak geçimini sağlıyor. Hal böyle olunca, Rüveyda Hanımın eşrafı Türkiye’nin önde gelen edebiyatçılarından oluşuyor. Yaşar Nabi Nayır ve Sabahattin Ali bu isimler arasında yer alıyor.
Öte yandan, Oktay Sinanoğlu’nun ilgi alanının yalnızca kitaplar olmadığını söylemek mümkün. Onun fizik ve kimyaya olan merakı da çocukluk yıllarına dayanıyor. 7. sınıfta fizik, 8. sınıfta ise kimya dersleri almaya başlıyor. Sinanoğlu özellikle kimya karşısında adeta büyüleniyor. Anılarında ablasıyla evde bir laboratuvar kurduğundan bahsediyor. Fakat Sinanoğlu işi bir adım daha öteye taşıyor ve ilk özgün deneyini nasıl gerçekleştirdiğini şu şekilde ifade ediyor:
Kitaplarda yok. Bir tek şey var: Gümüş nitrat çözeltisi ile potasyum iyodür çözeltisini karıştırırsın ve gümüş iyodür dibe çöker. Onu oradan süzeceksin, kağıda süreceksin. Çok basit kısmı var ama işin püf noktaları yok. Hesabını yaptım, kaç gram ondan kaç gram ondan diye…
Oktay Sinanoğlu ve Kariyer Yaşamı
Sinanoğlu, başarılı geçen öğrencilik hayatının ardından TED Yenişehir Lisesinden birincilikle mezun oluyor. Akabinde burs kazanıp lisans eğitimi almaya Amerika’ya gidiyor. Kaliforniya Üniversitesi’nde kimya mühendisi dalında lisansını tamamlıyor. Hız kesmeden Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde yüksek lisans yapıyor. Ardından Berkeley’de teorik kimya alanında doktora programına başlıyor ve 1960 yılında başarıyla mezun oluyor.
Mezun olur olmaz Sinanoğlu Yale Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak göreve başlıyor. Görevinde geçirdiği 3 yılın ardından profesörlük unvanı almaya hak kazanıyor. Bu sayede, Oktay Sinanoğlu “20. yüzyılda Yale Üniversitesi’nde profesörlük unvanını alan en genç kişi” olarak kayıtlara geçiyor. Bu unvanı almakla sınırlı kalmıyor. O genç yaşında Yale’de teorik kimya bölümü kuruyor. Görevi boyunca Sinanoğlu’nun geliştirdiği ve altında imzasının bulunduğu teoriler ise şöyle:
- Atom ve Moleküllerin Çok-Elektron Teorisi
- Çözgeniter Teorisi
- Kimyasal Tepkime Mekaniği Teorisi
- Mikrotermodinamik ve Değerlik Kabuğu Etkileşim Teorisi
Bu teorilerin yanına ek olarak, Sinanoğlu kendisine özgü bir şekilde geliştirdiği ve literatürde “Sinanoğlu İndirgemesi” adıyla yer alan devrimsel bir yönteme imza attı. Bu yöntem, laboratuvar ortamında bir araya getirilecek kimyasalların etkileşim anında nasıl tepki vereceklerini öngörmeye yarıyor.
Ona bu başarıları nedeniyle, Ortadoğu Teknik Üniversitesi tarafından “danışman profesör” unvanı veriliyor. Ardından 1966 yılında “TUBİTAK Bilim Ödülü”nün sahibi oluyor. Takvimler 1973 yılını gösterdiğinde ise Sinanoğlu, kimya dalında “fahri büyükelçi” unvanıyla Japonya’ya gönderiliyor. Aynı yıl, Almanya tarafından “Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü”ne layık görülürken, iki yıl sonra da Japonya tarafından “Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü”nü almaya hak kazanıyor.
Bu adamın başarılarına kayıtsız kalmayan Türkiye Cumhuriyeti, 1975 yılında çıkartılan özel bir kanunla Sinanoğlu’nu “Cumhuriyet Profesörü” ilan ediyor. Sinanoğlu bu unvanın ilk ve tek sahibi olarak adını tarihe bir kez daha yazdırıyor.
Ayrıca tüm dünyaya adını duyuran Türk dâhinin kuantum mekaniğine sunduğu katkılarında söz etmemek olmaz. Sinanoğlu, İngiliz fizikçi Paul Direc’in yıllarca üzerinde çabalar verdiği fakat bir türlü çözemediği Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetri problemini çözüyor. Böylece Sinanoğlu dünya bilim tarihine adını bir kez daha altın harflerle kazıyor.
Yale Üniversitesi’nden Sonra Sinanoğlu
Sinanoğlu 1960 yılında Yale’de başlayan kariyer hayatını, 1997 yılında emekliye ayrılarak sonlandırıyor. Fakat bu onun çalışma hayatına tamamıyla son verdiği anlamına gelmiyor. Nihayet vatanına geri dönen Sinanoğlu, kariyerine hız kesmeden devam ediyor. Onun yeni durağı, Yıldız Teknik Üniversitesi. O, yeni görev yerinde bilimsel makale çalışmaları ve kitaplar kalem almaya devam ediyor.
Öte yandan, Sinanoğlu için ikinci bir bahar türünden sayılabilecek kariyer yaşamı boyunca ilgisini toplumu Türkçe konusunda bilinçlendirmeye adadığı söylenebilir. Çünkü 90’lı yılların sonuna doğru yabancı kelimeler git gide Türkçe’nin içine hızlıca yerleşmeye başlamıştı. Bu durum Sinanoğlu’nun dikkatinden kaçmadı ve onu harekete geçirdi.
Yaşamının sonuna kadar Türkçe’nin yabancı diller tarafından katledildiğini savundu. Onun eleştirileri sadece söylemde kalmadı. O, dilimize yerleşmiş ve Türkçe karşılığı bulunmayan kelimeler için alternatif önerilerde bulundu. Bu öneriler arasında en bilinenleri ise şöyle:
- “Psikoloji” yerine “ruhbilim”,
- “Level” yerine “düzey”,
- “Reaksiyon” yerine “tepkime”,
- “Fonksiyon” yerine “işlev”,
- “Medya” yerine “basın-yayın”,
- “Biyoloji” yerine “dirilbilim” vb.
Oktay Sinanoğlu’na Veda
Takvimler 19 Nisan 2015 yılını gösterdiğinde, Sinanoğlu tedavi olmak amacıyla gittiği ABD’de yaşama veda ediyor. Onun ölüm haberi Türkiye’de ve dünyada tüm sevenlerini yasa boğuyor.
Anlaşıldığı üzere, Oktay Sinanoğlu bilim dünyasının yanı sıra Türk milleti için adeta bir değer. Bilim insanı kimliğinin yanı sıra, aynı zamanda ileri düzeyde bir gözlem yeteneğine sahip olan bu adam yaşamının sonuna dek milletine Türk tarih bilincini kaybetmemelerini salık verdi. Onun nazarında bu bilinci kaybetmemenin tek bir yolu vardı. Gelin, hep beraber Türk tarih bilincini kaybetmemenin yolunun ne olduğunu Oktay Sinanoğlu’nun kendi ifadelerinden öğrenelim:
Türkler, en az on bin yıllık tarihleri boyunca bir ataya, öndere bağlı olmuşlar, büyük önderler çıktığında büyük işler başarmışlardır. Batı’nın kültür mühendisleri Türkün bu ata özlemini çok iyi biliyor. Arada bir, bir “baba” gönderiyor. Gerçek ata, Atatürk’te olduğu gibi vatanın, milletin bağlarından çıkar, milletine dayanarak, güvenerek ülkesini kurtarır. Vatanı, milleti için her fedakârlığa hazır bir taban gerekiyor. Bu taban son elli yılda hayli eritilmiş, kafası, gönlü, karıştırılmış, birbirine düşen kesimler, dışa bağımlı sahte aydınlar, ekmek parasını yabancıdan bekleyen, ufak çıkarlar hesabı içinde vatanın geleceğini düşünmeyen, daha da acısı vurdumduymazlaşmış kalabalıklar oluşturulmuştur. Bu durumda gerçek bir önder çıkabilse bile başarılı olması ihtimali azdır. Şimdi yapılacak iş, hızla bu toplumun yeniden kaynaşmasına, bilinçlenmesine, vatanını, milletini kendisinden önce düşünen insanların çoğalmasına önayak olmaktır. Türkiye’yi tekrar Kuvayı Milliye ruhu, Atatürk ruhu kurtaracaktır.
Oktay Sinanoğlu’nu saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz.
Kaynakça: Oktay Sinanoğlu, Türk Aynştaynı, Derleyen: Emine Çaykara, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2002.